15 Ekim 2008 Çarşamba

Dünya Sahnesi


DÜNYA SAHNESİ

Şu dünya sahnesindeki kişiler
Çeşit çeşit boy boy
Kimine soyun demiş kader
Kimine de soy...
Kimi ustadır çalıp çırpmakta
Kimi toy...
Ustalar el üstüne tutulur
Acemiler gözaltında...
Kimi seçimde oy der
Kimi geçimde...
Pisboğazlar yer dururlar boyuna
Ne kadar desen de artık doy!
Fazla konuşma, yeter
Yoksa olursun eşekten düşmüşten beter
Kapa ağzını da girme okkanın altına
Buraya üç nokta koy...
***************

DÜNYA SAHNESİ


DÜNYA SAHNESİ

Şu dünya sahnesindeki kişiler
Çeşit çeşit boy boy
Kimine soyun demiş kader
Kimine de soy...
Kimi ustadır çalıp çırpmakta
Kimi toy...
Ustalar el üstüne tutulur
Acemiler gözaltında...
Kimi seçimde oy der
Kimi geçimde...
Pisboğazlar yer dururlar boyuna
Ne kadar desen de artık doy!
Fazla konuşma, yeter
Yoksa olursun eşekten düşmüşten beter
Kapa ağzını da girme okkanın altına
Buraya üç nokta koy...
***************

4 Eylül 2008 Perşembe

taşlamalı RAMAZAN MANİLERİM


TAŞLAMALI RAMAZAN MANİLERİ

Davulumun ipi kaytan
Kalmadı sırtımda mintan
Kuru fasulye şef olmuş
Pirinç pilavı sultan!
**
Şekerim var ezilecek
Tülbentlerden süzülecek
İnsanlığı bulmak için
Çok tabanlar tepilecek…
**
Bahçelerde olur mersin
Evlere bereket girsin
Çeksin gitsin pahalılık
Ucuzluk geriye gelsin.
**
Yeni cami direk ister
Dayanmaya yürek ister
Yoksulun ekmeği yok
Onun canı börek ister!
Uyarlayan Erhan Tığlı

20 Mart 2008 Perşembe

Dilimiz Tiklendi- Türkçemiz Kitlendi

DİLİMİZ TİKLENDİ- TÜRKÇEMİZ KİLİTLENDİ

Eskiden dilimiz bu kadar tikli değildi. Bebeklere giydirilen patikte vardı tik. Çok “asortik” giyinen kişilere “sosyetik” denirdi sadece. Bu tür insanlar hizmetçilerine “domestik” diye seslenirlerdi. Aydın çevrelerde estetik, fantastik, ekzotik, betik gibi sözler kullanılırdı, duygusal kişiler “romantik”ti. Derken medyatikleştik ve tikler akın etti. Güzelleşme sevdalısı kadınlarımız, kızlarımız estetik ameliyatlar olunca estetik sözü yaygınlaştı. Estetik nedir bilmeyen, kullanmayan kalmadı. Sonra “butik”ler ortaya çıktı; terzilerin pabuçları dama atıldı. Sentetik kumaşlar kullanıldı, insanlar da sentetikleşti!
Tıraş olan erkekler ustura, jilet yerine “permatik” kullanır oldular. Yıldızlarımız “erotik” pozlar verdiler, erotik filmler çevirdiler. Bankalarımız bankamatik kartları çıkardılar, insanları bu kartlara alıştırdılar. Temizleme tozlarımız da “matik”lendi! Atılan “madik” ler yetmedi; temiz sözcüğü yerine “hijyenik” denildi, olaya “otomatik” bir kültürel giriş yapıldı; doğru yol varken eğri yollara sapıldı. “Hijyenik” sözcüğünde hem bir derinlik, serinlik, hem de “akustik” bir özellik vardı. Temiz sözcüğü onun yanında pek basit kalıyordu!
Reklâmlarla bu söz kulaklarda yer edindi. Bilmeyenler daha başka bir şey sandı. Bu pek “etik” olmadı ama kimse önemsemedi, tepki göstermedi. Zaten “etik” sözcüğünü ahlak değil de başka bir şey, “sosyal içerik”li bir söz olarak algılayanlar vardı...
Bunlar yetmemiş gibi, Türkçe dokunmak sözcüğünden “dokunmatik” türetildi(!)
Bakalım bu üretme ve türetmeler daha ne kadar sürecek? Orası belli değil ama bilinen bir şey var. O da şu; Dilimiz kirlendi, tiklendi, tikleri arttıkça Türkçe kilitlendi. Kapımızı yabancı hayranlığına, yabancı sözcüklere ardına dek açtık; başkalarına özenip onları gökyüzüne yükseltirken, özümüzü yerlere saçtık, ayaklar altına aldık.
Durumumuz “kritik”, işimiz “bitik”tir.
Türkçemize kıyanlar bizden daha atiktir!

ERHAN TIĞLI
*************

26 Şubat 2008 Salı

DELİYE BAK DELİYEE...

DELİYE BAK DELİYE
AKLINI İSTİMLÂK ETMİŞ BELEDİYE

Erovision şarkı yarışmasına DELİ adlı şarkıyla katılıyoruz. Çok iyi ediyoruz! Bu şarkı tam bize göre; çünkü güleriz ağlanacak halimize, akıllılardan daha çok ilgi gösteririz delilerimize.
Hadi gelin delilerimize şöyle bir göz atalım, neşemize neşe katalım!
Deliye bak deliye; aklını istimlâk etmiş belediye.
Deliye bak deliye; tek sermayesi aklıydı, onu da yüklemiş kediye!
Deliye bak deliye; parası yoktu, aklını etti sevgilisine hediye...
Deliye bak deliye; din iman lafları edince adı çıktı veliye...
Deliye bak deliye; aklını oynattı herkese deli diye diye...
Deliye bak deliye; kendi karnını zor doyururken, evlenme teklif etti bir işte çalışmayan sevgiliye...
Deliye bak deliye; bu seçimde gene oy verdi yalancı talancı partiye...
Deliye bak deliye; âşık oldu bir güzele, güzelin çıkınca lensleri, silikonları, botoksları, bir şey kalmadı geriye...
Bu delilerin zararı kendilerinedir daha çok. Aşağıda sadece kendilerine değil, yedi mahalleye zararları dokunan tehlikeli delileri dile getiriyoruz, bu delilerden uzak durun, diyoruz.
Para kazanmak varken
Kitap okur durursun
Bu gidişle canım sen
Papazı çabuk bulursun
Deli bu aydın deli
Elleri kelepçeli
Herkes eğleniyorken
Toplumu düşünürsün
Feleğini şaşırır
Kafayı üşütürsün
Deli bu aydın deli
Böylesi çok tehlikeli
Sanat senin neyine
Aman kilit vur diline
Dünyaya boş verirsen;
Dokunan olmaz kılına
Deli bu aydın deli
Dinmiyor gözyaşı seli.

11 Şubat 2008 Pazartesi

SEVGİLİLERİN GÜNÜ VAR MIDIR?

SEVGİLİLERİN GÜNÜ MÜ VAR MIDIR?

Her yıl sevgililer günü kutlanır, “Senede bir gün” şarkısı çalınır, hediyeler alınarak, yapmacık pozlar takınılarak gün kutlanır. Ertesi gün de eski hamam eski tas olur. Şu gerçek ne yazık ki atlanır: Sevgi her gün gösterilen ilgi ve özveriyle ikiye katlanır; bencillikten sıyrılınca karlı dağları aşar, doludizgin koşan bir ata dönüşür, kanatlanır.
Sevgililerin günü yoktur; gecesi vardır. Gündüzün çiğ ışığında çekinmeden dolaşamaz aşk ortalıkta uzun uzadıya, duramaz gözlerde, gönüllerde, konamaz arısı, kelebeği dudaklara, yatamaz çiçeklerin koynunda sereserpe. Çünkü sığlık vardır gündüzün aydınlığında. İnsan sevgilisiyle baş başa kalamaz tam anlamıyla, kendisini ona veremez bütünüyle. Sevgilisiyle bütünleşemez. Başkalarının gözü, kulağı, ilgisi, sevgisi, nefreti girer araya. İnsan, hayvan sesleri, gürültüler, türlü çeşitli görüntüler, hava kirliliği, yerli yersiz konuşmalar su katar pişmiş aşa, diken olup batar, ilişkiyi sakatlar. Duygular iyice ortaya serilemez, gönül kapısından tümüyle girilemez. Gönül alışverişi edilemez.
Gece el ayak çekilir. Ayla, yıldızlarla desteklenen bakışlar değişir, sevenler sevilenler daha çok romantikleşir. Loş ışıkta daha güzel görünür sevgili. Birlikte dinlenen şarkılar, söylenen şiirler daha çok etkiler âşıkları. Eller, gözler kenetlenir, vücutlar birbirine kilitlenir; ilişki kem gözlerden saklanır, gönül gönüle odaklanır, duygular allanır pullanır, atılan tohumlar yeşerir, filizlenir, dallanıp budaklanır, ırmaklar coşar, denizler dalgalanır...
Şairin dediği gibi; “Her yer karanlık” olsa bile “pür nur” dur o mevki. Vücut vadisinde tüm engelleri aşar gönülden taşan sevgi, gözüne görünmez bu yolun taşı dikeni...
İşte bunun içindir ki, sevgililerin günü yoktur; olsa bile sanaldır, yüce değil banaldir, sahtedir, yalandır. Sevgililerin gece olur düğünü, ancak o zaman çözülür aşkın bilmecesi, düğümü. Bu düğümü, bilmeceyi çözene, o güzellik ülkesinde gezene, ayrık otlarını söküp karanfil, gül dikene ne mutlu!

***Erhan Tığlı***

14 Ocak 2008 Pazartesi

Çok Komik Bir Gündü...

ÇOK KOMİK BİR GÜNDÜ...

Sabahleyin uyandım. İçimde nedenini bilemediğim bir esenlik vardı. Üşümedim, yanmadım. Cama dayanmadım, cam kırılmadı, kana boyanmadım. Dışarıda şiirsel bir hava vardı. Dün gökyüzünü boydan boya kaplayan kara bulutlar dağılmıştı. Mavilikler insanın içini açıyor, güneş gelinlik bir kız gibi gülümsüyor, parıldıyordu. Türkü söyleyerek kalktım. Elimi yüzümü yıkayıp sofraya oturdum. Kahvaltı hemen önüme geldi. Zeytin, peynir, reçel, bal... her şey tamamdı. Sadece kuş sütü eksikti. Apartman komşularımız kavga, gürültü etmiyorlardı nedense. Dudak bükerek giyindim. Hazırlanıp sokağa çıktım. Her taraf tertemizdi. Etrafta bir gram bile çöp görülmüyordu. Kirlilikten eser yoktu çevrede. Çiçekler açmış, ağaçlar yeşilliğe bürünmüşlerdi. Herkes gülümseyerek birbirine günaydın diyordu. Arabalar kaldırımlara park etmemişlerdi. Yol üstündeki kıraathanede kimse okey, tavla gibi oyunlar oynamıyor, sigara içmiyordu. Müşterilerin hepsi de gazete, dergi, kitap okuyorlardı.
Bu duruma o kadar şaşırdım ki, dalgınlıkla birine çarptım. Çarptığım kişi yüzüme dövecekmiş gibi bakmadı, benden önce özür diledi. “pardon” dedim. “pardon çıkalı eşeklik arttı. Önüne baksana ayı” demedi. Bu kadarı da olamazdı. Biri bana şaka yapıyordu herhalde... Hayret ve şaşkınlıkla kaldırımdan aşağı inmişim farkında olmadan. Karşıdan gelen taksiyi göremedim. Neredeyse arabanın altında kalıyordum. Sürücü, “Arabanın altında kalıp geberdiğine yanmam. Seni adamdan sayarlar, ona yanarım. Dağda mı geziyorsun be?” demedi. “Bir yerinize bir şey olmadı ya? İsterseniz sizi gideceğiniz yere kadar götüreyim” dedi. Teşekkür ettim. Biraz yürümek, bu güzelliğin tadını çıkarmak istediğimi belirttim.
Daireye biraz geç kaldım ama patron kızmadı, anlayışla karşıladı, azarlamadı. Gülerek maaşlarımıza zam yapacağını söyledi. Bu zammı daha önce yapmadığı için özür diledi. Ev sahibi de kiraya zam yapmayacaktı zaten. Büyü bozulmasın diye dua ederek gazetelere göz attım. Enflasyon sıfıra inmişti. Hiçbir eşyanın, malın fiyatı artmamıştı. Hele anarşi, terör, cinayet haberlerini göremeyince gözlerim fal taşı gibi açıldı. Hayret, politikacılar atışmamışlar, söz düellosu yapmamışlardı! Her gün bir cevher yumurtlayan, medya maymunu yıldızcıklar, sanat için soyunmamışlar, birbirleriyle çekişmemişlerdi. Rüya Kaşar, gene abuk sabuk laflar etmemiş, gazetelerin baş köşesine kurulmamıştı. Kendisi her nasılsa ağzını açmadığı gibi, eski kocası, kardeşi, annesi her çorbaya maydanoz olmaya kalkmamışlardı. Futbol maçlarında hiç olay çıkmamıştı. Fanatikler kol kola girip şarkılar söylüyorlardı...
Yoo! Bu kadarı da olamazdı. Biri benimle dalga geçiyordu muhakkak. Hele televizyonda kavgasız dövüşsüz, kansız, cinayetsiz diziler başladığını duyunca iyice zıvanadan çıktım. Ben böyle anormal şeylere alışkın değildim. Yadırgamıştım bütün bunları. Bu ne renksiz, heyecansız hayattı böyle! “Yeter be!” diye bağırdım. Karım, “Sabah sabah niye bağırıyorsun, hayrola, ne var, ne oldu?” diye homurdandı. Bir de baktım ki, daha yataktayım. Hava bulutluydu. Komşular sabah kavgalarına başlamışlardı. Kapıları çarpıyorlar, bağırıp çağırıyorlardı her zamanki gibi. Gazetelerden kan sızıyordu. Pencereyi açtım. Hava kirliliği, gürültü patırtı yüzüme tokat gibi çarptı, beni kendime getirdi. Derin bir oh çektim. Çok şükür, deminki sinir bozucu sessizlik sona ermiş, hayat normale dönmüştü!
Keyifle bir küfür savurdum. Acı bir gülüşle, kendi kendime söylenerek giyinip ayaküstü bir şeyler atıştırdıktan sonra sabırsızlıkla sokağa fırladım. Kirlilik, çirkinlik, kötülük, kollarını açıp bağırlarına bastılar; “Sen bizsiz, biz sensiz yapamayız, hoş geldin, nerelerdeydin, özlettin kendini” dediler. Yolumu gözleyen bencillikle çıkarcılığa selam vererek, alıştığım cehennemin içine daldım.

Erhan Tığlı
erhantigli@mynet.com